Matrix’e teslim olmak

Orijinal Matrix’e bir göz atış, son filmden bir göz çeviriş ve “Matrix nedir?” sorusuna bir cevap vermek isteyiş.

The Matrix çekildiğinde henüz hayatta değildim. Ama 1999 yılında beyaz perdede izleyenler için ne kadar büyüleyici bir film olduğunu hayal edebiliyorum. Çünkü aynı büyülenmeyi ben de (beyaz perdede değil belki ama evde beyaz perdelerin önünde) ilk izlediğimde yaşadım. The Matrix’i televizyonda denk gelerek değil de önüne oturup baştan sona ilk defa 13-14 yaşımda izlemiş olsam gerek. Sinemaya çıkışından yaklaşık 15 yıl sonra yani.

The Matrix’i geçen haftalarda bir daha izledim. Aradan geçen yıllardan ve son film Resurrections’ı izledikten sonra belki de ilk izlediğimde etkilendiğim kadar etkilenmem diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Bir kez daha fark ettim ki The Matrix, her şeyden önce çok yönlü bir film. İlk yarısıyla bir sistem eleştirisi ve klasik bir bilimkurgu; ikinci yarısıyla bir kurtarıcı, bir Mesih hikayesi ve sinema tarihine ikonik sahneler katmış bir aksiyon filmi. Bir tarafını sevmeseniz diğer tarafına bayılıyorsunuz.

Bir filmin neyi sorduğu, neyi cevapladığından bence daha önemli. The Matrix’in ana soruları şunlar: İçinde bulunduğumuz dünya mümkün olan tek dünya mıdır? Bu dünyada ters bir şeyler yok mu? Rüyada olmadığımızdan emin miyiz? Birileri bizi kandırıyor olabilir mi? Matrix nedir?

Bu sorular iki farklı şekilde anlaşılabilir: Gerçek ve mecaz anlamda. (Tıpkı Türkçedeki her cümle gibi).

Gerçek

İlk başta gerçek(her ne demekse) anlamda anlayalım:
Sorular gerçek anlamıyla içinde yaşadığımız ve “gerçek” dediğimiz dünyanın gerçekliğine yönelik bir kuşkuyu belirtiyor. Yani deneyimlediğimiz her şey, aslında başka daha “gerçek” bir dünyada çalışan bir tür bilgisayarın ürünü olabilir. Bunun en azından iki farklı şekilde olabileceği söylenebilir:

  1. Filmdeki gibi vücudumuz(veya fiziksel varlığımız diyelim) “gerçek” gerçeklikteyken beynimize(veya o daha gerçek gerçeklikte beyin işlevi gören neye sahipsek ona) bağlanan bir tür alet edevat sayesinde bizim kendimizi başka bir dünyada hissetmemiz şeklinde.
  2. Daha gerçek bir gerçeklikte fiziksel bir varoluşumuz bulunmadan simülasyonun içinde özfarkındalığa sahip saf yazılımlar olmamız şeklinde.

Eğer bir şeyin gerçek olmak ve gerçek olmamak şeklinde sadece iki olanağının olduğunu kabul edersek, yukarıdaki gibi bir simülasyon senaryosunun, içinde olduğumuz dünyayı nagerçek kıldığı söylenebilir. Ama eğer iç içe geçmiş çok sayıda simülasyon varsa, yani herhangi bir simülasyondan “uyandığımızda” kendimizi büyük ihtimalle başka bir simülasyonun içinde bulacaksak “gerçek” ve “gerçek değil” kavramlarının da önemi kalmıyor gibi gözüküyor. (Bu kavramların iç içe geçmiş simülasyonlar olmasa bile zaten öneminin olmadığı da iddia edilebilir.) Sözgelimi 1. kat ana gerçeklik olmak üzere 1000 katlı bir iç içe geçmiş bir simülasyonlar evreni düşünelim. Yani 900. kattan 9. kata geçmek için 891 kere “uyanmak” gerekiyor. Bu durumda farklı bakış açılarına göre aşağıdaki farklı düşünceler düşünülebilir:

  1. 9. kat 900. kattan daha gerçek. Çünkü ana gerçekliğe daha yakın.
  2. 900. kat 9. kattan daha gerçek. Çünkü ana gerçekliğe daha uzak. 9. kattayken bir şekilde ana gerçekliğe ulaşma ihtimali (en azından 900. kattan daha fazla) olduğu için 9. katın simülasyon olduğu daha bariz, 900. kata gelene kadar simülasyon olup olmamasının önemi kalmıyor.
  3. Hiçbir şey gerçek değil. Sonuçta ana gerçeklik dışında hepsi simülasyon, sallamasyon(Fransız aksanıyla lütfen).
  4. Her şey gerçek. Simülasyon veya değil, sonuçta insanlar bir şey deneyimliyor. Deneyim, gerçekliktir. (Bu argüman, simülasyonların sayısı ne kadar fazlaysa o kadar geçerli gibi gözüküyor. Yalnız bir gerçeklik ve yalnız bir simülasyonun olduğu senaryoda hangisine gerçek hangisine gerçek değil diyeceğimiz daha belli.)
  5. Simülasyon olduğunu bilmezsek gerçek, bilirsek değil. Çünkü içinde olduğumuz dünyanın simülasyon olduğunu öğrendiğimizde zihinsel bir uyanış yaşarız ve dünyamıza artık eskiden bunun farkında olmadığımız zamandaki gibi gerçek diyemeyiz.
  6. Simülasyon olduğunu bilirsek gerçek, bilmezsek değil. Çünkü içinde olduğumuz dünyanın simülasyon olduğunu öğrendiğimizde zihinsel bir uyanış yaşarız ve artık bu dünyanın yalan olduğu gerçeğine sahibizdir. Yalanın farkında olmak, yalana inanmaktan daha gerçektir.
  7. Eğer simülasyon bir şeyi taklit ediyorsa gerçek, etmiyorsa değil. Çünkü simüslayonun içindeki dünyanın bir benzeri gerçekte de varsa simülasyon gerçekle bağını koparmamış, gerçeğe yakın demektir.
  8. Eğer simülasyon bir şeyi taklit etmiyorsa gerçek, ediyorsa değil. Çünkü simüslasyonun içindeki dünyanın bir benzeri gerçekte yoksa simülasyon eşsiz demektir. Bir şey orijinalse gerçektir, taklitse gerçek olamaz.

Mecaz

Ne gerçek ne değil yeterince kafamız karıştıysa, az önce gerçek anlamda anladığımız sorularımızı şimdi de mecaz anlamda anlıyoruz ve düşünüyoruz ki:
Her gün sabah erkenden kalkmamız, işe/okula gitmemiz ve belli bir miktar zaman boyunca çalışarak o iş/okul simülasyununa bağlı bulunmak zorunda olmamız veya birileri o dönemde yüz yüze bazı yerlerde bulunmamızı yasakladıysa ya da kendimiz öyle tercih ettiysek fiziksel olarak bir yere gitmeden evdeki laptopun kapağını kaldırıp Zoom’u açmamız ve iş/okul simülasyonunu kendi evimizden kendimiz simüle etmemiz, simülasyonlar tarafından enerjimizin emilmesi,…

Filmde enerjisi emilen pil insanlar(veya insan piller?)

…canımız sıkıldığında da sosyal medya simülasyonlarında kendimize benzeyen veya benzemeyen profillerimizi simüle etmemiz, gece uyumamız ve ertesi gün tüm simülasyonların yeniden başlaması. Ve üstüne üstlük yaşadığımız bu düzenin, insanlar arasındaki gelir ve yaşam adaletsizliğinin, totaliter devletlerin ve diğer her öyle olagelmiş kuralın ve kanunun doğanın kanunu olduğuna ve yaşadığımız dünyanın farklı bir şekilde de olamayacağına yönelik olan inancımız veya buna inandırılmamız. Matrix, mecaz anlamıyla bunların bütünü. Gerçeğin önüne çekilmiş perdeler. Morpheus’un deyimiyle Matrix her yerde. Şu anda bu odada bile.

Morpheus: Do you want to know what it is? The Matrix is everywhere. It is all around us. Even now, in this very room. You can see it when you look out your window or when you turn on your television. You can feel it when you go to work, when you go to church, when you pay your taxes. It is the world that has been pulled over your eyes to blind you from the truth.

Neo: What truth?

Morpheus: That you are a slave, Neo. Like everyone else you were born into bondage. Born into a prison that you cannot smell or taste or touch. A prison for your mind. Unfortunately, no one can be told what the Matrix is. You have to see it for yourself. [1]

Hem gerçek hem mecaz anlamın gerçek olması da mümkün tabii ki. Yani sözgelimi uzun zaman sonra çok çok uzak bir galakside veya bizim galaksimizde, galaksinin en büyük üniversitesi Galaktik Üniversite’deki Siyasal Bilimler fakültesinde okuyan ve Galaktik Üniversite’ye girebilmesinden dolayı da galaksinin nispeten akıllı diyebileceğimiz canlı türlerinden birine mensup bir öğrencinin “Kapitalist Sistemin Egemen Olduğu Dünyalar” adlı bitirme tezi için hazırladığı bir bilgisayar simülasyonunun içinde de olabiliriz. Yani hem mecaz anlamdaki sistem eleştirisi hem de gerçek anlamdaki simülasyon bir arada.

Dirilemeyişler

Şimdi günümüze gelerek size Aralık 2021’de çıkan 4. film The Matrix: Resurrections‘ın giriş kısmını biraz anlatmak istiyorum: Filmde Matrix simülasyonu yeniden kurulmuş. Neo(yine Keanue Reeves oynuyor), bu simülasyonda Thomas Anderson adındaki bir oyun geliştirici. Ekibiyle birlikte 20 yıl önce bir oyun üçlemesi çıkarmış ve şimdi de dördüncüyü çıkarması için baskı görüyor. Çıkardığı oyun üçlemesinin adı ….(evet, doğru bildiniz) The Matrix. Oyun üçlemesinde geçen olaylar Matrix filmlerinde geçen olaylarla aynı. Neo’ya ilk üç filmde yaşadığı olayları “Aslında onlar senin geliştirdiğin oyunlardı” diyerek yutturmaya çalışıyormuş bu yeni Matrix’i kuranlar. Filmin ilk yarısı, bu Matrix oyunları üzerinden 1999’da çıkan ilk Matrix filminin eleştirilmesi şeklinde geçiyor. Lana Wachowski, bildiğiniz, kardeşiyle birlikte çektiği 22 yıl önceki filmle “metaa metaa” dalga geçiyor 1 saat boyunca. Ajan Smith Matrix’le alakalı bir film yapsa herhalde bu filmin ilk 1 saatini çekerdi. Filmin ikinci yarısıysa ne yazık ki dümdüz 3. sınıf bir Hollywood filmi.

İlk filmde şöyle bir…

…sahne vardı. Dejavular, Matrix’te bir şeylerin ters gittiğinin alametiydi. İronik olarak, 4. filmde en çok yaşayacağınız his de dejavu. Çünkü film, ilk yarısı boyunca sürekli ilk filmden bahsetmekle kalmıyor, ilk filmden bazı sahneler birebir şekilde bu filmde de mevcut. Yeniden canlandırma değil, bildiğiniz ilk filmden kopyala-yapıştır şeklinde, ilk filmi simüle ediyor.

Ama bunlara rağmen 4. film, bir şeyi çok iyi anlatıyor. Kendisini. Filmin, orijinal Matrix’le ve kendisiyle dalga geçtiği “meta” kısımda şöyle bir sahne var: Mr. Anderson(Keanu Reeves) karşısındaki müdürden Matrix 4 oyununu yapmaları için Warner Bros’un kendilerine sürekli baskı yaptığını öğreniyor. Üçlemenin üzerinden çok zaman geçtiğini, herkesin kendisinden 4. oyunu beklediğini ve Warner Bros’un da bu işi çok kârlı gördüğü için kendisine sürekli baskı yaptığını anlatıyor müdür Mr. Anderson’a. Belki de filmin içinde Lana Wachowski’den bir yardım çığlığıydı bu. Matrix’e teslim olmadan önceki yardım çığlığı.

[1]:
Morpheus: Matrix’in ne olduğunu bilmek ister misin? Matrix her yerde. Etrafımızda. Şu anda bu odada bile. Camdan dışarı baktığında veya televizyonu açtığında onu görebilirsin. İşe gittiğinde, kiliseye gittiğinde, vergilerini ödediğinde onu hissedebilirsin. Matrix, senden gerçeği saklamak için gözlerinin önüne indirilmiş perdedir.

Neo: Hangi gerçeği?

Morpheus: Aslında bir köle olduğun gerçeği, Neo. Sen de herkes gibi bu köleliğe doğdun. Koklayamadığın, tadamadığın, dokunamadığın bir hapishaneye. Zihnin için bir hapishane. Ne yazık ki, Matrix’in ne olduğu kimseye anlatılamaz. Onu kendin görmelisin.

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın